İnsan vücudundaki en koruyucu moleküllerden biri olan glutatyon seviyeleri yetersiz ise inme, Alzheimer hastalığı ve kalp hastalığı da dahil olmak üzere bilinen en ciddi sağlık riskleri oluşabilir.
Yeterli veya yüksek glutatyon seviyeleri hem bu risklerden korunma hem de inanılmaz bir enerjiye, parlak bir cilde, sağlıklı detoksifikasyona, güçlü kalp ve beyin fonksiyonlarına ve hatta muhtemelen daha uzun bir ömre sahip olmak demek.
Glutatyon adeta bir serbest radikal (hücre içinde çoğaldığında zararlı artıklar) avcısı gibi çalışır ve vücudun savunma sistemi için vazgeçilmezdir. Serbest radikal denen moleküller elektron açlığı çekerler. Eksik olan elektronlarını tamamlamak için vücuttaki sağlıklı hücrelerden elektron çalarak kararlı hale geçmeye çalışırlar. Bunu yapmaya çalışırken sağlıklı hücrelere ve vücut metabolizmasına geri dönüşümsüz zararlar verirler. Vücuttaki en güçlü antioksidan olan glutatyon, kendi elektronunu vererek vücut hücrelerinden alınmasını engeller. Sağlıklı hücrelerden elektron çalmaya çalışan serbest radikallere kendindeki elektronlardan veren glutatyon vücudun hücrelerini korumuş olur.
Kronik hastalıkları olan COVID-19 hastalarında azalmış glutatyon seviyelerinin, oksidatif stres oluşumuna katkıda bulunduğu ve böylece akciğer tutulumunu şiddetlendiren bir faktör olabileceği belirtilir. Sigara dumanı da solunum yollarındaki hücresel glutatyon havuzunu tüketerek, oksidatif hasarı (hücre paslanması) ve akciğerdeki iltihabı şiddetlendirmektedir.
Nisan 2020’de COVID-19 ile enfekte bireylerde yapılan bir çalışmada hafif hastalığı olanlara kıyasla orta ve şiddetli COVID-19 hastalığı olan kişilerde, plazma glutatyon seviyeleri daha düşük ve ROS (serbest radikal) seviyeleri daha yüksek bulunmuştur.
Glutatyon nedir?
Glutatyon, üç amino asitten oluşan vücutta sentezlenen bir tripeptiddir (yani sistein, glisin ve glutamik asit (veya glutamat) amino asitlerinden oluşan küçük bir protein). Genellikle “ana (majör) antioksidan” olarak adlandırılan glutatyon, diğer antioksidanların, yani C ve E vitaminlerinin, alfa-lipoik asit ve CoQ10 (Koenzim Q10)’ un kullanımını ve geri dönüşümünü artırır.
Glutatyonun iki farklı formu vardır:
- Aktif form olan indirgenmiş glutatyon (GSH veya L-glutatyon)
- İnaktif olan oksitlenmiş glutatyon (GSSG)
(GSH hücresel ortamda oksidatif “serbest radikal” yangınları söndürdükçe oksitlenir ve inaktif hale gelirek GSSG’ye dönüşür.)
İnaktif GSSG, glutatyon redüktaz enzimi sayesinde aktif GSH (gkutatyon) formuna geri dönüştürülebilir. Bu enzim azsa ve çok fazla oksitlenmiş GSSG biriktiğinde (aktif GSH’ye kıyasla), hücrelerde hasarlar başlar.
MİTOKONDRİYAL KORUMA
Hücrelerin “enerji santralleri” mitokondriler besinleri yaşam enerjimize yani ATP’ye çevirir.
Ancak mitokondri, enerji pompalamaktan çok daha fazlasını yapar. Kendi DNA’larına da sahiplerdir; bilgi iletebilir, hücre enerji seviyeleri düştüğünde tehlikeyi algılayabilir ve hatta bir hücre onarılamayacak kadar hasar gördüğünde ve ölmesi gerektiğinde son “ölüm” mesajını (apoptoz) gönderebilir. Bu şekilde mitokondri vücudun kalbi ve ruhu gibidir.
Bu döngüyü ve yaşam kaynağımızı koruyan “parlayan yıldız” glutatyondan başkası değil.
Burda glutatyon; ağır metaller, organik toksinler gibi zararlı maddelerin ve hatta mitokondrinin kendisi tarafından enerji yaratma sürecinde çıkan gerçek yan ürünlerinin (oksidatif yan ürünler veya serbest radikaller) mitokondriye zarar vermemesini sağlar.
Örneğin, enerji üretiminin son aşamasında vücudumuz ATP yapmak için oksijen kullanır. Yine, bu süreçte, mitokondri, DNA, proteinler, hücre zarları, vb. etrafındaki her şey için zehirli olan Süperoksit (çok fazla elektron içeren oksijen) oluşturur.
Glutatyon, hem Süperoksitleri hem de benzer diğer zararlı oksidatif molekülleri yokeder/ nötralize eder.
Tahmin edebileceğiniz gibi, glutatyon yapmak veya inaktif GSSG’den aktif GSH’ye geri dönüştürmek çok fazla enerji (ATP) gerektirir. Neyse ki, hücrelerimiz büyük miktarlarda yani glikoz, potasyum ve kolesterol kadar çok glutatyon içerirler!
GLUTATYONUN VÜCUTTAKİ ROLÜ
En kritik dört işlevi:
- Yaşlanma karşıtı etki
- Antioksidan koruma
- Detoksifikasyon
- Enerji üretimi
Glutatyon ayrıca şunlardan da sorumludur:
- Sistein taşıyıcı / depolama
- Hücre sinyalizasyonu
- Enzim fonksiyonu
- Gen ifadesi
- Hücre farklılaşması/ proliferasyonu
Kısacası tüm bunlar, glutatyonun antioksidan özelliklerinin hücreler arasındaki iletişimi iyileştirmek, hücrelerdeki oksidasyonu stabilize etmek ve azaltmak, serbest radikal hasarıyla savaşmak, protein işlevini desteklemek ve ‘hücresel çöpü’ çıkarmak için çalışması anlamına gelen çok karmaşık tıbbi ve biyokimyasal işlevlerdir.
Yaşlanma Karşıtı Etki
80’li yaşlar ve üzerindeki insanlara bakıldığında daha yüksek glutatyon seviyelerine sahip olduğu bulunmuştur. Düşük glutatyon seviyeleri, apoptozu veya hücre ölümünü tetiklemek için mesajlar gönderir. Ayrıca, glutatyonun hücresel ve mitokondriyal seviyelerde oynadığı kritik rol göz önüne alındığında, genel sağlık ve uzun ömürlülük faydaları çok geniştir.
Hesap basit, vücudunuzda ne kadar çok glutatyon varsa hücreleriniz ve mitokondri o kadar sağlıklı demektir. Vücut glutatyon seviyeleri azaldıkça, hücresel bozulma, hastalık riskinde artış ve hücresel ölüm olasılığı o kadar artar.
ANTİOKSİDAN KORUMA
Antioksidanlar, vücudunuzu serbest radikallerden veya “oksidatif” hasarlardan korumak için çalışan besin dünyasının “yaşlanma karşıtı ajanlarıdır”. Her yemek yediğinizde, nefes aldığınızda veya hareket ettiğinizde, vücudunuz enerji üretmek için yediğiniz gıdalardan üretilen yakıtı kullanır. Ancak enerji üretmek için gaz kullanan bir arabanın bu sürecin zararlı yan ürünlerini egzoz olarak salması gibi, vücudunuzun enerji üretimiyle de tehlikeli bir yan ürün olan “serbest radikaller” çıkar.
Serbest radikaller, elektronu eksik olan oldukça “reaktif oksijen” formlarıdır (ROS). Normal moleküllerle temas ettiklerinde, sağlıklı hücreye ve DNA’sına zarar vererek bir elektron çalmaya çalışırlar. Bazı tahminler, vücudunuzdaki her hücrenin DNA’sına günde 10 bin oksidatif darbe aldığını gösteriyor! Antioksidanlar, serbest radikallerin neden olduğu hasarı gidermek için çalışır.
Glutatyon, vücudun “ana antioksidanıdır”. Hücre zarlarına, DNA’ya, enerji üretimine vb. zarar veren oksidatif bileşiklere doğrudan bağlanır. Süperoksit, nitrik oksit, karbon radikalleri, hidroperoksitler, peroksinitritler ve lipid peroksitler dahil çok çeşitli oksidanları anında nötralize eder.
DETOKSİFİKASYON
Detoksifikasyonun üç aşaması vardır:
Faz 1: Araba egzozu, duman, alkol, kafein, dioksin, ilaçlar, radyasyon, ağır metaller, böcek ilaçları ve diğer kanserojenlerden kaynaklanan toksinler kısmen mitokondri sitokromları içindeki özel proteinler tarafından işlenir.
Faz 2: Çeşitli enzimler, Faz 1′de kısmen bozunan ve işlenen toksik maddelere (ağır metaller ve organo-toksinler gibi) koruyucu bileşiklerle bağlanıp etkisiz hale getirerek doğrudan etki eder. Bu bağlanmaya “konjugasyon” denir ve glutatyon merkezi figürdür. Glutatyon-S-Transferaz (GST) adı verilen bu tür özel bir enzim grubu, Faz 1 detoksifikasyonun yan ürünlerine glutatyon bağlar ve toksik potansiyellerini nötralize ederken aynı zamanda bu toksik maddeleri suda daha çözünür ve ortadan kaldırılmaya hazır hale getirir. Benzer işlevleri yerine getiren diğer ikinci aşama enzimleri ve proteinleri de vardır, ancak glutatyon olmadan bu diğer enzimler yeterince işlev göremezler.
Faz 3: Konjuge olduktan sonra, toksinler vücudunuzdan esas olarak böbrekler (idrar) ve karaciğer (safra) yoluyla atılmaya hazırdır. Eliminasyon, detoksifikasyonun son aşamasıdır.
ENERJİ ÜRETİMİ
Enerji üretimi tüm hücrelerde (kırmızı kan hücreleri hariç) mitokondrilerde sürer. Glutatyon, mitokondrinin serbest radikal veya diğer “oksidatif” hasarlardan korunmasında rol oynar. Mitokondri, oksidatif moleküller tarafından saldırıya uğrar ve hasar görürse, yavaşlar ve daha az ATP yapmaya başlarlar. Daha az ATP ile hücrenin geri kalanı da yavaşlar.
Hasarlı mitokondri de daha fazla hataya yatkın hale gelir ve daha fazla “egzoz” veya serbest radikal oluşturmaya başlar. Buna karşılık, bu serbest radikaller daha fazla mitokondriyal hasara neden olur ve böylece daha az enerji ve daha fazla hasar içeren bir kısır döngü oluşturur.
Enerji üretiminde de stres devreye giriyor. Enerji ihtiyacı ne kadar yüksekse (daha yüksek metabolizma, YOĞUN egzersiz, stres vb.) mitokondrinin çalışması o kadar zorlaşır ve daha fazla serbest radikal üretir.
Aktif/ inaktif glutatyon (GSH / GSSG) oranı bozulur.
GSH /GSSG oranı ölçülebilir ve “oksidatif stresin” veya ne kadar hızlı yaşlanıp kötüleştiğimizin çok güvenilir bir ölçüsüdür. Bu, hücremizin DNA’sının, hücre zarlarının, proteinlerinin ve kolesterolünün hasara ne kadar duyarlı olduğunu ölçebileceğimiz anlamına gelir.
Dinlenme halindeki sağlıklı hücrelerin GSH/GSSG oranı >100’dür. Bununla birlikte, oksidatif strese maruz kalan duyarlı hücrelerde bu oran 10 veya daha azına düşer. Yorgunluk, zihinsel odaklanma eksikliği, beyin sisi, kas yorgunluğu ve ağrı, sızı hissederiz.
Bu semptomlar yalnızca birçok kronik hastalıkla ilişkili değildir. Yine de, mitokondri GSH’nin korumasını kaybettiğinde, serbest radikaller mitokondriye saldırdığında ve hücresel enerji azaldığında ortaya çıkan “mitokondriyal disfonksiyonun” da bir sonucudur. Multipl skleroz, Crohn hastalığı, romatoid artrit, diyabet, Lyme gibi otoimmün hastalıklar, ağır metal yükü, organo-toksinler ve daha fazlası “mitokondriyal disfonksiyon”, düşük GSH seviyeleri ve derin yorgunluk demektir.
Aktif glutatyon (GSH) seviyelerini eski haline getirmek ve GSH/GSSG oranını düzeltmek, enerji tükenmesinin tamamını olmasa da bir kısmını düzeltebilir.
Glutatyon eksikliği sizi, her ikisi de hızlandırılmış yaşlanmanın ve kronik hastalığın belirteçleri olan oksidatif stres ve enflamasyona karşı savunmasız kılar. Çok az GSH varsa, hücre mitokondrileri okside olduklarında veya “paslandıklarında” daha az verimli oldukları için daha yorgun hissetmeye başlarsınız.
Oksidasyonun neden olduğu serbest radikal hasarı, bağışıklık sisteminizi hasarı temizlemek için tetikler ve bu da enflamasyona neden olur.
Bu nedenle, tükenmiş glutatyon seviyelerinin, diğerleri arasında kalp hastalığı ve diyabet dahil olmak üzere birçok olumsuz sağlık durumu için riskinizi artırması şaşırtıcı değildir.
Glutatyon seviyelerini tüketebilecek faktörlerin sayısı göz önüne alındığında, bu daha da sorunlu hale geliyor. Doğal yaşlanmaya ek olarak çevresel nedenler şunlardır:
- Kimyasal toksinlere kronik maruz kalma
- Kadmiyuma maruz kalma
- Alkol kullanımı
- Sigara içmek
- Hava kirliliği
- Kötü beslenme (işlenmiş-paketli-çöp gıda)
- Stres
- Bazı ilaçlar (Parasetamol)
- UV radyasyonuna maruz kalma
Bazı hastalıkların glutatyon seviyelerini düşürdüğü bilinmektedir. Düşük glutatyonla ilgili hastalıklardan bazılarır:
- AIDS/HIV
- Makula dejenerasyonu
- Parkinson hastalığı
- Diyabet
- Hepatit
- Kanser
- KOAH
- Alzheimer hastalığı
- Karaciğer hastalığı
- Orak hücre anemisi
- İnme
- Kalp hastalığı
- Kısırlık (İnfertilite)
ENFLAMASYON
Enflamasyon, diyabet ve kalp hastalığından kansere kadar hemen hemen her kronik hastalıkta mevcuttur. Bununla birlikte, enfeksiyon sebebi istilacılarla savaşmak için de enflamasyon gereklidir.
Herhangi bir yaralanma, iltihaplı bir tepkiye neden olabilir. Travma, enfeksiyon, toksinler veya alerjide bağışıklık sistemi aynı kimyasal kademede cevap verir.
Vücudumuzdaki her şey gibi, enflamasyon (iltihaplanma) söz konusu olduğunda bir dizi yerleşik kontrol ve denge vardır. Bir yaralanma tespit edildiğinde, vücut bu iltihaplanma sürecini harekete geçiren siklooksijenaz-2 (veya COX-2) adlı bir enzim üretir.
Buna karşılık, COX-2, seri-2 prostaglandinler adı verilen kısa ömürlü bir sinyal molekülünün üretimi için sinyal verir. Bu enflamasyon öncesi hormonlar, iltihaplanma sürecini teşvik eder ve vücudun yaralı bölgeyi iyileştirmesine yardımcı olur.
Vücut işlevini yaptıktan sonra vücudu normale döndürmeli ve bu hormonları kapatmalıdır. Bunu yapmak için, anti-enflamatuar olan seri-1 ve seri-3 prostaglandinlerin salınmasına sinyal veren COX-1 enzimlerini serbest bırakır.
Çevresel toksinler, beslenme, stres ve diğer yaşam tarzı sorunları, bu sistemin kontrollerini ve dengelerini devre dışı bırakarak vücudunuzu pro-inflamatuar prostaglandinlerden daha fazlasını ve anti-inflamatuar olanlardan daha azını yapmaya teşvik eder. Sonuç olarak, birçok insan kronik, sistemik enflamasyona bu sebeple girer, durum ciddileşir.
İşte glutatyon (GSH), bağışıklık hücrelerimizi (akyuvarlar) etkileyerek enflamasyonun durumunu kontrol eder. Glutatyon seviyelerinin yeniden dengelenmesi, bağışıklık sistemi yeterliliğini eski haline getirebilir ve kronik inflamasyonu daha iyi kontrol altına alabilir.
BAĞIŞIKLIK
Glutatyon, bağışıklık sisteminin sağlıklı kalmasına ve enfeksiyonlarla savaşımına yardımcı olur. Bağışıklık söz konusu olduğunda C vitamini tüm övgüleri alıyor gibi görünürken, glutatyon, (asıl başrolü hak eden) az tanınan destekleyici aktördür.
Araştırmalar, aktif glutatyonun (GSH) vücudun enfeksiyon savaşçısı olan doğal öldürücü (NK) ve T hücreleri gibi beyaz hücreleri hazırladığını gösteriyor. GSH ile güçlendirilmiş T hücreleri, bu şekilde hem bakteriyel hem de viral enfeksiyonları kontrol etmeye çalışan interlökinler-2 ve -12 (IL-2, IL-12) ve interferon-gama gibi daha fazla enfeksiyonla savaşan maddeler üretebilir.
Özellikle, bir çalışma, GSH’nin NK hücresinin sitotoksik olma (işgalcileri öldürme) yeteneğini sadece altı aylık kullanımdan sonra ikiye katladığını buldu.
Birçok kronik enfeksiyon (EBV, Hepatit, Herpes Virüsleri ve Lyme gibi) bağışıklık sistemi regülasyonunu bozup baskılayabilir. Glutatyon bu durumu tersine çevirebilir.
ATLETİK PERFORMANS
Glutatyonun egzersizlerden önce kullanıldığında atletik performansı artırabilir. Egzersizden önce 1.000 mg glutatyon alan sekiz erkekten oluşan küçük bir çalışmada, glutatyon alan erkekler daha iyi performans gösterdi, daha az yorgun hissettiler ve plasebo kontrollü gruba göre daha düşük kan laktik asit düzeylerine sahipti. (Laktik asit çokluğu yorgunluğa, düşük tansiyona, kas ağrılarına, vücut ısısında düşüşe ve solunum problemlerine neden olabilir.)
Benzer şekilde, Muscle and Fitness’ta yayınlanan bir makalede, L-sitrülin ile kombine glutatyon, nitrik oksit üretimini (NO) tek başına plasebo veya L-sitrülinden daha iyi artırdı. (Nitrik oksidin bilinen etkisi, kan damarlarını genişleterek kaslar ve dokulara kan ve oksijen akışını arttırır.)
CİLT SAĞLIĞI
Glutatyon sadece cildin melaninini (pigmentasyonu) azaltmakla kalmaz, aynı zamanda kırışıklıkların görünümünü azalttığı ve cildin elastikiyetini artırdığı bulunmuştur.
Glutatyon, esas olarak melanin yapımında rol alan enzimlerden biri olan tirozinazı inhibe ederek cilt pigmenti üretimi üzerinde çalışır. Bir derleme, glutatyon kullanımının bir miktar cilt aydınlanmasına neden olduğunu doğrular. Ek olarak, glutatyonun, GSH’ nin bir öncüsü olan glutamilsistein içeren peynir altı suyu proteini (whey protein) alımıyla desteklendiğinde, sedef hastalığını azalttığı da gösterilmiştir.
TİP 2 DİYABET
Özellikle kan şekeri seviyeleri yüksek olduğunda dokulara zarar verebilecek yüksek oksidatif stres nedeniyle glutatyon seviyeleri yetersizdir. Diyabetli kişilere glutatyon öncüleri olan sistein ve glisin verildiğinde, glutatyon seviyeleri yükselip oksidatif stresi azalır, bu da GSH takviyesinin tip 2 diyabetle ilişkili oksidatif stres ve doku hasarını önlemede çok faydalı olabileceğini düşündürmektedir.
D VİTAMİNİ SEVİYELERİ
D3 vitamini (D vitamininin aktif formu) bağışıklık sistemini kontrol ettiği ve düzenlediği için önemi COVID-19 süreciyle daha çok dikkat çekiyor. Başlangıçta kalsiyum metabolizmasında ve kemik oluşumunda sadece bir rol oynadığı düşünülürken, düşük D3 vitamini seviyelerinin kalp krizi, astım, diyabet, yüksek tansiyon, multipl skleroz ve yaşla beyin fonksiyonlarında azalma riskini artırabileceğini artık biliyoruz.
İlginç bir şekilde, düşük D3 vitamini seviyeleri de düşük glutatyon ile ilişkilendirilmiştir. Glutatyon seviyeleri düşük olduğunda, D3 vitamini o kadar verimli çalışmaz.
D3 vitamini eksikliği olan hayvanlarda yapılan bir çalışmada, D3 vitamini ve sistein (bir GSH öncüsü) takviyesi, glutatyon seviyelerini geri kazandırdı, D3 vitamininin biyoyararlanımını artırdı ve enflamasyonu azalttı. Sadece D vitamini almak yeterli değildir. D3 vitamininin gerektiği gibi çalıştığından emin olmak için yeterli glutatyon seviyelerine sahip olmak önemlidir.
GLUTATYON SAĞLAYAN BESİNLER
Kuşkonmaz, avokado, lahana, brüksel lahanası, ıspanak, brokoli, sarımsak, frenk soğanı, domates, salatalık, badem ve ceviz gibi besinler doğal olarak glutatyon içerir. Bu besinler, glutatyonun öncülleri, yani sistein ve diğer kükürt içeren yiyecekler ve selenyum bakımından zengindir. Ancak, depolama ve pişirme dahil olmak üzere çeşitli faktörler besin değerlerini etkileyebilir. Bu besinleri pişirmek, glutatyon içeriğini yüzde 30 ila 60 oranında azaltabilir.
Glutatyon (GSH) çok sülfüriktir, bu nedenle sistein, glutamat ve glisin gibi sülfür içeren amino asitler açısından zengin proteinlere ihtiyaç duyarız. Doğal ortamında otla beslenen hayvan kaynaklı bir peynir altı suyu tüketimi GSH yapmayı kolaylaştırabilir. Peynir altı suyu proteini, sisteine bağlı glutamin olan gama-glutamilsistein içerir. Bu kombinasyon, hücrelerimizde glutatyon üretmek için ilk (ve hız sınırlayıcı) adımı atladığı için, diyet yoluyla daha yüksek glutatyon seviyelerini desteklemek için hayati öneme sahiptir.
AllIum İçeren Gıdalar
Allium, Glutatyon sentezinin öncüsü olan kükürt bakımından zengin bir bitki ailesidir (cins). Allium yiyecekleri şunları içerir:
- Sarımsak
- Soğan
- Frenk soğanı
- Taze soğan
- Arpacık
- Pırasa
Turpgiller
Turpgillerden sebzeler glukozinolatlarla doludur. Bu bileşikler Brassica bitkilerine kendine özgü sülfürik aromasını verir.
- Brokoli
- Lahana
- Karnıbahar
- Brüksel lahanası
- Roka
- Kara lahana
- Su teresi
- Turp
Alfa Lipoik Asit Açısından Zengin Gıdalar
Alfa-lipoik asit vücuttaki glutatyon seviyelerini yeniler ve artırır. İçeren besinler:
- Sakatat etleri
- Sığır eti
- Bira mayası
- Brokoli
- Ispanak
- Brüksel lahanası
- Bezelye
- Domates
Selenyum Açısından Zengin Gıdalar
Selenyum, antioksidan enzimleri oluşturan yapı taşlarının bir parçası olan eser bir mineraldir. Glutatyon üretimi için de çok önemlidir. İçeren besinler:
- Deniz ürünleri
- İstiridyeler
- Brezilya fındığı
- Yumurtalar
- Mantarlar
- Tam tahıllar
- Sakatat etleri
- Süt ürünleri
GLUTATYON TAKVİYELERİ
Beslenme glutatyon seviyelerini yükseltmenin en iyi (ve tercih edilen) yolu olsa da, çeşitli glutatyon takviyeleri mevcuttur ve gerektiğinde alınması önerilir.
Glutatyon, temel toz formunda ağızdan alındığında maalesef sindirim sistemi parçalama süreci o kadar etkilidir ki, klasik / düz glutatyonun neredeyse tamamı asla dolaşıma girmez. Yani ağızdan alınan çoğu glutatyon takviyesinin hiçbir yararı olmaz.
Oral (ağızdan) takviye için daha iyi bir seçenek, lipozomal glutatyondur.
Lipozomal Takviyeler
- Lipozomal yapının içinde etken madde (nutrient) taşınır.
- Mavi kürecikler yani fosfolipid yapı hücre dış zarı ile biyo- uyumldur ve hücre emilimi kat be kat artar.
Lipozomal Teknolojisinin avantajı, hücresel zarların birincil yapı taşları olan fosfolipidlerin eşsiz bileşiminden kaynaklıdır. Lipozomlar, küre merkezinde bulunan ve korunan glutatyon gibi aktif bir bileşenle hücre zarlarımızı oluşturan aynı doğal fosfolipitlerden yapılmış mikroskobik kürelerdir. Fosfolipid membranlar, içerisindeki aktif maddeyi hücreye teslim ettikten sonra kendileri de hücrelerin hücre zarlarının tamirinde kullanılır. Lipozomların hem kapsülleri hem de içerdikleri aktif maddelerin tamamı vücutta kullanılır.
Lipozomal formülasyonların GSH düzeylerini ve emilimi artırdığı çalışmalarla gösterilmiştir. Lipozomal yapıda glutayon takviyeler lipozomal olmayan klasik takviyelere göre biyoyararlanımı (vücutta emilimi) yaklaşık 100 kat artırmıştır.
Lipozomal yapının içindeki etken maddenin hücreye aktarımı
Lipozomal glutatyon günlük 200- 500 mg ile başlanabilir ve gerektiğinde uzman onayıyla günde 1.000 mg’a yükseltilebilir.
Glutatyon ayrıca bir nebülizörde solunan bir form olarak da alınabilir. Ancak doktorun bu formu reçete etmesi gerekir. Diğer tamamlayıcı glutatyon formları arasında transdermal, kremler ve IV kullanımı bulunur.
İntravenöz/damaryolu (IV) formu, glutatyon vermenin en etkili yolu olarak bilinir ancak invazivdir, bir reçete ve doktor gözetimi gerektirir. Ayrıca bazı uzmanlar glutatyonun kısa yarılanma ömrü olduğundan dolayı damardan alımını da yeterli bulmamaktadır. Bu durumda vücutta glutatyon seviyelerini yeterli bir seviyede destekleyecek dozda takviyelerin belli bir süre düzenli kullanımı düşünülmelidir. (Sürekli ve düzenli takviye kullanımı).
Beslenme seçimleri ve yine bazı takviyelerle vücudun doğal glutatyon üretimini dolaylı olarak artırmak da düşünülmelidir. Selenyum, alfa-lipoik asit, NAC ve SAMe’ yi içeren besin ve takviyeler gibi.
Glutatyon takviyelerinin, karın krampları, şişkinlik, yumuşak dışkılama, gaz ve kızarıklık gibi olası alerjik reaksiyonlar dahil olmak üzere birkaç nadir yan etkileri olabilir. Astımınız varsa, inhale GSH kullanmaktan kaçının. Ayrıca, hamileyseniz veya emziriyorsanız, glutatyon almadan önce doktorunuza danışın.